https://muratuysalyazilar.blogspot.com/sitemap.xml Murat Uysal : OSMANLI DEVLETİ VE EĞİTİM

Translate

13 Haziran 2020 Cumartesi

OSMANLI DEVLETİ VE EĞİTİM


OSMANLI DEVLETİ VE EĞİTİM 
Türkler olağanüstü bir insan bulduklarında değerli bir nesne edinmişçesine coşku duyarlar ve özellikle de savaşa yatkın biriyse onu yetiştirmek için hiçbir emek ve çabadan kaçınmazlar. Türkler, iyi yetiştirilmiş  insandan büyük zevk alırlar. Klasik Dönemde Osmanlı yönetimi, halkı bulunduğu mekânda yaşamaya yönlendirmişti. Kuruluş  Döneminde okuma yazma halk için zorunlu bir ihtiyaç değildi.  İnsanlar kendileri için gerekli bilgileri bulunduğu bölgede yaşayarak öğrenmek durumundaydılar. Bu anlayışla kişiler, kendine yetecek kadar bilgi ve beceri edinecek, okuma yazmayla temel dinî bilgileri öğrenecekti.

 Her insanı kendisine yetecek kadar bilgilendirmek Osmanlı eğitiminin ilk hedefiydi. Okuma yazmayı geliştirmek, düzenli bilgi edinmek ve bunu kullanma hakkı ulemaya verilmişti. Osmanlı eğitim anlayışının bir başka hedefi de topluma öncülük ve rehberlik yapacak, yöneticilik vasıfları bulunan insanlar yetiştirmekti. Bu yüzden devletin eğitim faaliyetleri 18. yüzyıla kadar genel olarak ilmiye, seyfiye ve kalemiye için yetişmiş  eleman kazandırmaya yönelikti. Osmanlı Devletiʹnin eğitim anlayışı ideal insan tipini yetiştirmek temeline dayanmaktadır. Hedeflenen insan itaatkâr, vatanını seven, dindar, sevecen ve vefakâr olmalıdır. Osmanlıda eğitim faaliyetleri, düzenli eğitim kurumları ve sosyal kurumlarda yapılmaktadır.

Osmanlı eğitimi uzun yıllar mektep-medrese ikili sistemi üzerine kurulmuştu. Medreseler bugünkü anlamda- orta, yüksek ve hatta yüksek lisans ve doktora kademelerini kapsayan bir eğitim veriyordu. Bu ikili sistemin dışında hafız yetiştiren Darülhuffazlar, tıp eğitimi yapılan Darüşşifalar ve Osmanlı saray görevlilerini ve dolayısıyla devlet adamlarını yetiştiren Enderun mektebi da vardı. Bu sistem uzun yüzyıllar Osmanlı Devletinin genel ihtiyaçlarını karşıladı.

Batıda 12. yüzyılda başlayan gelişmelerin baskısını Osmanlı Devleti 18. yüzyıl içinde açık olarak hissetmeye başladı. Bu değişikliklere kendi eğitim ve bilgi üretme sistemi ile karşılık vermesi mümkün değildi. Kritik karar verme süreçlerinden sonra, Batı eğitim sistemini önce askeri bilimler ve tıp alanında; devlet organizasyonunu Fransa örneğine göre kurmaya başladıktan sonra da sivil eğitim alanında taklit etmeye başladı. Batı tipi eğitim kurumlarını devlet kendi bütçesinden kurmaya başladı. Klasik mektep-medrese sisteminde ise eğitim kurumları devletin müdahale etmekten çekindiği vakıf sistemi içinde yönetiliyordu. Devlet eskiden de medrese sistemine müdahale etmiyordu, Batı tipi eğitim kurumlarını kurmaya başladıktan sonra da bu klasik eğitim kurumlarına bir yardım yapmadığı gibi, açık müdahalelerden de kaçındı. Dolayısıyla iki sistem bir arada yaşamaya başladı.

Batı tipi eğitim kurumları sadece Osmanlı devlet görevlilerinin kurduklarından ibaret değildi. Yabancı devletler ve Osmanlı uyruğundaki Hıristiyan toplumlar da kendi çıkarları için Batı tipi eğitim kurumları kuruyorlardı. Öyle ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ülkesinde mektep-medrese sistemi, Batı örneğine göre oluşturulan Osmanlı eğitim sistemi, yabancı devletlerin ve azınlıkların okul sistemleri olmak üzere, amaç olarak birbirlerinden oldukça farklı dört sistem hüküm sürüyordu.
Fatih ve Kanuni’den başka, klasik sistemi destekleyecek külliyeler kuran padişahlar çıkmamıştı. II. Abdülhamit başta olmak üzere, son dönem Osmanlı padişahları tercihlerini hep Batı tipi eğitim kurumlarından yana kullanmışlar, devlet yatırımlarını oraya yöneltmişlerdi.
Klasik Osmanlı Eğitim Sistemi:
Sıbyan Mektepleri: Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi" veya "mahalle mektebi" denilmektedir. Sıbyan okullarına “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de deniyordu. Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir. İhtimal önceleri burada sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel islâmî bilgiler de bu okullarda verilmeye başlanmıştır.

Önceleri bu öğretim için özel olarak yetiştirilmiş öğretmenler olmadığı gibi, “okul” denebilecek binalar da yoktu. İmâm Mâlik de, mescidleri kirletebilecekleri düşüncesi ile, onlara mescidlerde yer vermeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuşlardır. Bu okulları vakıflar, zengin kişiler ve çoğu zaman da halk yaptırıyordu. Küttab veya Mekteb öğretmenlerine “muallim” deniliyordu. Muallimler genellikle o mahalle veya camiin imamı da olurlar; imamların eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler genellikle fazla itibar görmezlerdi. Küttab öğretmenleri çeşitli zamanlarda ve Kur’ân'ın bitiminde, öğrencilerden ve ana babalarından hediyeler alırlardı.

Çocukların küttaba başlama yaşı, 7 civarında idi. Bitirme ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlama, özellikle Osmanlılarda "amin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle olurdu. Okul genelde tek bir dershane şeklinde olur ve burada farklı seviye ve yaşlarda çocuklar bulunabilirdi. Dolayısıyla bu tür ortamlarda dayak olayları da fazlaca oluyordu.
Öğretimin esası Kur’ân idi. Öğrenciden üç yılda Kur'ân'ın ezberlemesi istenirdi. Ama bu, çoğu zaman ezber olmaz, Kur’ân'ın hatmi olurdu. Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu, Küttablarda, bu derslere ek olarak hikâyeler ve aritmetik de vardı. İbadet şekilleri de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kur’ân'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi.

Medreseler: Medrese, memleketin ihtiyaç duyduğu kültürü veren ve elemanları yetiştiren bir eğitim ve öğretim kuruluşudur. Daha önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı’da da  şahıslar tarafından tesis edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına müderris, yardımcılarına mu’îd, talebelerine dânişmend, talebe ve sûhte denirdi. Osmanlılar medreseyi Selçukluları ve Anadolu Beyliklerini örnek alarak kurdular.

 Medrese sistemi, çok eski zamanlardan beri var olan câmi okullarının bir devamıdır. Bir câmide belli bir hücre derslere ayrılınca veya bir sütun dibinde öğretim halkası oluşturunca, buraya “medrese” denirdi. Daha sonra medrese ve cami binaları da birbirinin fonksiyonlarını görmeye başlamıştır. Bazı binalar her iki isimle de anılıyordu. İslam tarihinde medrese, orta ve yüksek seviyelerdeki eğitim ve öğretim yapan örgün müesseselerin müşterek adıdır.
Osmanlı Devleti'nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini veren, eğitim ve öğretim sisteminin temel kurumu medreselerdirTürk-İslam çevrelerinde çıkıp gelişmelerine karşın zaman içerisinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üzeri değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir. Medreselerde, nakli ve akli bilimler öğretilmekteydi. Nakli bilimlerde İslam dinine ait ilişkin konular ele alınmaktaydı. TefsirFıkıh ve Kelam nakli bilimlerdendir. Akli bilimler ise bir yönüyle Allah'ın varlığını kanıtlayan, diğer yönüyle ise Dünya'nın düzen ve varlığını akıl yoluyla açıklayan bilimlerdi. İlk medrese 1331 yılında Orhan Bey döneminde İznik'te açılmıştır. Atanılan ilk müderris ise Davud el-Kayserî'dir. En yüksek seviyeli dönemlerine Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında ulaşmıştır.

Medreselerin bozulmasında ise şunlar etkili olmuştur: Mülâzemet yani müderrisliğe atanma yöntemibozuldu. Örneğin, bazı ulemâ çocuklarına pek küçükken müderris unvanı verildi “beşik ulemâsı”. Öğretim ve yöntemleri bozuldu ve taşlaşmaya başladı.  Öğrencilerin ve müderrislerin disiplini ve ciddiyeti bozuldu.

Osmanlı medreselerinde okunan ve okutulan dersler, uygulanan ders programları, esas îtibâriyle XIX. yüzyılın sonlarına kadar mühim bir değişikliğe uğramadı. Böylece statik, kalıpçı ve nakilci bir eğitim-öğretim yapısı iyice yerleşmiş oldu. Fakat, bu yapı, zaman içerisinde eğitimde donuklaşmayı ve hattâ umursamazlığı berâberinde getirecekti. 16. yüzyılın ikinci yarısından îtibâren görülmeğe başlayan medreselerle ilgili muhtelif ıslâhat fermanlarında, umûmiyetle medrese düzeninin bozulmuş olduğundan, okunması gereken derslerin (kitapların) tam olarak okutulmadığından, ilmiye mansıplarının iltimas ve suiistimallerle ele geçirildiğinden, aklî ilimlerin bir kenara itilip yerlerine naklî ilimlerin ikāme olunduğundan, fakat bunların da sathî bir sûrette öğretildiğinden, bu sebeple medrese mezunlarının kifâyetsiz ve câhil yetiştirildiklerinden, yüklendikleri sorumlulukları yerine getiremediklerinden, bunun da devlet çarkını işlemez duruma soktuğundan bahsedilmesinin bir sebebi de bu yapı olmalıdır.

İlk yüksek düzeyde medrese Fatih zamanında açılan Sahn-ı Semanmedresesidir. Fatih’in açtığı Sahn-ı Seman ile Kanuni’nin açtığı Süleymaniye Medreseleri dönemin çok yönlü eğitim veren üniversiteleri konumundaydı.
Sahnı Seman medreseleri, kanuni’ye kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh, Arap dili ve Edebiyatını okutan birer ilahiyat fakültesi veya İslam akademisi seviyesindeydi.
    Orta düzeydeki medrese öğrencilerine “softa”, yükseköğretim düzeyindeki öğrencilere de “danişmend” denirdi.  Medreselerdeki müderrislerin yardımcılarına “muid” denirdi.

Osmanlı Medreseleri kuruluş döneminden Tanzimat’a kadar ülkenin bilim ve adalet hayatına önemli ölçüde yönetime hâkim olmuştur. Medreselerde önceleri matematik, felsefe (hikmet), astronomi gibi müspet bilimler de okutulmaktayken zamanla bu müspet bilimler çıkarılmıştır.

Enderun Mektebi: Enderun Mektebi, esas olarak Hıristiyan tebaadan alınan yetenekli çocukları iyi ve güvenilir devlet adamı ve asker yapma amacını güdüyordu.  İlk teşkilâtı II. Murat’a kadar çıkar, fakat düzenlenme ve geliştirilmesi Fatih ile başlar. Çalışmasını 1909’a kadar sürdüren Enderun Mektebi, Türk eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar ve dünya eğitim tarihinde de Türklerin bir katkısı olarak belirtilir. Padişah, devlet gücünü yalnızca kendisine mutlak  şekilde bağlı, sadık, minnet duygularıyla dolu, aynı zamanda çok iyi yetişmiş  ve yetenekli kişilere teslim edebilirdi.  İşte Enderun bu amacı gerçekleştiren, yöneticilerin bir kısmını yetiştiren bir okul idi. Yoksa bu mektep, Hıristiyan halkı  İslâmlaştırma amacı gütmüyordu. Öğrencilerin sağlandığı devşirme usulü aşağıda görülecek bazı sınırlılıklarla dar tutulduğu için, bunun Hıristiyanların  İslâmlaşması ve Türkleşmesindeki etkisi pek az olmuştur. Enderun mektebi pek çok sadrazam, vezir, ordu komutanı, vali, hatta  şeyhülislâm yetiştirmiştir.

Enderun Mektebinde eğitim üç şekilde yapılırdı:
 Hizmet yoluyla: Sarayda yedi oda içinde çeşitli hizmetler yoluyla yapılan eğitim öğretimdir. Bu odalar  şunlardır: Küçük, Büyük, Doğancılar, Seferli, Kiler, Hazine, Has oda.
 Kuramsal alanda: Enderun’da, yüksek medreseler düzeyinde kitabî bir eğitim öğretim de yapılırdı. Ayrıca, medreselerde bulunmayan Türkçe, Farsça, Edebiyat, Tarih, Matematik de okutulurdu.
Beden ve sanat eğitimi: İç oğlanlarına, yeteneklerine göre ok ve cirit atma, ata binme, güreş gibi sporlar yaptırılır, musikî, şiir, hat, minyatür, resim, cilt gibi sanatlar öğretilirdi.

Batı Tipli Askeri Eğitim Kurumları

Humbarahane: I. Mahmut döneminde Rusya ve Avusturyalılarla Osmanlıların ilişkilerinin çok gergin olduğu bir dönemde, Bosna'da olan Kont de Bonnuval çağrıldı. Kont de Bonnuval, İstanbul’da humbaracı sınıfının komutanlığına getirildi. Kont de Bonnuval, din değiştirerek "Ahmet Paşa” adını almıştı. Humbaracı Ahmet Paşa’nın çalışmaları biraz ilerleyince, 1734 yılında Üsküdar Toptaşı’nda "Humbarahane ve Hendesehane” adlı bir askerî okul açıldı. Haseki ve Bostancılardan zeki kişileri buraya öğrenci yazıldılar, ancak yeniçeriler bunu haber alıp kuşkulandıklarından 1736’da okul tatil edildi. 1759’da Sadrazam Ragıp Paşa tarafından eski öğrenciler ve onların çocuklarının yeniden toplanmasıyla tekrar açılan okul, III. Selim zamanına kadar sönük bir biçimde devam etti. III. Selim 1790 yılında İsveç ve Fransa’dan uzman ve subaylar getirerek bu Okulu genişletti. 1795’te Okul lağvedilerek, öğrencileri Mühendishane’ye aktarıldı.
Tophane: Osmanlı Ordusunun ilk dönemlerinde topçuluk gayet iyi durumdaydı. Bu dönemde top döküm tekniği, zamanına göre çok yüksek bir düzeydeydi. Ancak Avrupa ordularındaki gelişmeler karşısında Osmanlı topçuluğu, kale yıkma topçuluğu idi. Oysa Avrupa orduları sahra topçuluğu ve küçük çaplı sür’at topçuluğunu geliştirmişti.

Mühendishane-i Bahri-i Hümayun: Osmanlı donanmasının XVIII. yüzyılda seri yenilgiler alması üzerine ve özellikle Çeşme’de Osmanlı donanmasının Rus donanması tarafından yakılması üzerine, Cezayirli Hasan Paşa'nın önerisi üzerine, Tersane-i Amire'de bir askerî okul açıldı. Okulun açılmasında Baron de Tott'un tavsiyelerinin de önemli payı olmuştur. Deniz okulu III. Selim ve II. Mahmut döneminde dalgalı ve karışık gelişimine devam etti. 1838 yılından itibaren okulda mecburî yabancı dil Fransızca yerine İngilizce oldu. Okulda, İngilizler öğretmenlik yapamaya başladılar. Güverte, makine ve inşaiye zabitleri yetiştiren Deniz Harp Okulu (Bahriye Mektebi) 1910 yılında İngiliz Deniz Okulu sistemine göre yeni bir düzenlemeye sokuldu

Mühendishane-i Berri-i Hümayun: Okul, Fransız askerî okullarının programını esas olarak kabul etti. Tüm askerî öğrencilere kara ve denizle ilgili geometri, hesap ve coğrafya alanlarında gerekli savaş bilgi ve eğitimi vermek isteniyordu. Mühendishane-i Berrî, genellikle topçu subayları yetiştirirdi. Daha sonra Kara ordusunun kurmayları da bu okuldan çıkmıştı. 1834 yılında Harbiye Mektebi açıldıktan sonra, Mühendishane-i Berrî, topçu ve istihkamat okulu haline geldi.

Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye: Türkiye’de Batı örneğine göre bir Tıbbiye kurma girişimi 1826 yılanda hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin girişimleri ile başladı. Yeni kurulan ordunun hasta ve yaralı erlerine bakılmak için açılan Okulun orijinal adı, “Tıbhane-i Amire ve Cerrahane-i Mamure" idi. İlk kuruluşunda tamamen Doğu gelenekleri egemen olan Okulda, 1831’den itibaren Topkapı Sarayı içinde Sade de Calère’in yönetiminden Fransızca öğretim yapılmaya başlandı. Daha sonra 1838 de Viyana’dan Doktor Bernard getirildi, Galatasaray binasına taşınarak önemli ıslahat yapıldı. 1845’ten itibaren Tıbbiye’ye bir de lise sınıfları açıldı
Tıbbiye Mektebi de 1909 yılında sivil tıbbiye ile birleştirildi. Üniversite’nin Tıp Fakültesi içinde askerî öğrenci olarak okumaya başladılar.

Mekteb-i Harbiye: 1834 yılında Maçka Kışlasında bir “Mekteb-i Harbiye” kuruldu. Okula ilk alınan öğrenciler okuma-yazma bilmez ama yetenekli erler idi. Bunlar çeşitli aşamalardan geçirilerek subay yetiştirilirdi. Esasen, o zaman var olan diğer askerî okullar da aynı yolu izliyorlardı. Harbiye’deki ilk önemli ıslahat 1837’de Mehmet Ali Paşa’nın yanından gelen bir subay tarafından yapıldı. Bu ıslahatla, kuruluş biraz okul biçimine girdi. 1834’te ilkokul düzeyinde bir eğitim ile işe başlayan Okul, 14 yıl sonra ilk subaylarını çıkardı. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkânı Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı . Harbiye’deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul, Alman subayı Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur.

KLASİK OSMANLI EĞİTİM ANLAYIŞININ BATILILAŞMASI
Osmanlı Devleti, Ortaçağın sonu ile Yeniçağın başlarında yönetimi, ordusu ve sosyal kurumlarının üstünlüğü ile Avrupa’nın ortalarına kadar girmişti. Ancak bu ilerleme 18. yüzyılda Rönesans, Reform ve coğrafi keşif hareketleriyle bir duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemden sonra Osmanlılarda hemen hemen her alanda gerileme başlamıştır. Gerilemeler askeri, ekonomik, siyasi, toplumsal ve eğitimsel alanda belirgin olarak ortaya çıkmıştır. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Avrupa devletlerinin üstünlüğünü yalnız askeri sahada gören ve mesafeyi kapatmak için askeri müesseseleri Batı bilim eğitim tekniklerine göre ıslah etmeyi yeterli bulan Osmanlı devlet adamları; II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde, Batının her alanda üstünlüğünü kabul ederek devletin bütün müesseselerinde ıslahat yapmak ihtiyacını hissetmişlerdir. Ama ıslahat ve yeniliklerin önce hangi alanda yapılacağı hakkında hiçbir plan ve program düşüncesine sahip olmamışlardır.

 Osmanlı Devletinde, Batılılaşma ve yenilik hareketleri genel anlamda en fazla askeri, siyasi, idarî ve biraz da sosyal alanlarda, yani padişah ve sadrazamın doğrudan etkisi bulunan kurumlarda başlamış ve devam etmiştir. Çünkü, müesseselerde yapılan yenilikler gerek muhafazakarların gerekse yenilikçilerin dikkatini çekmemiştir. Abdülaziz’in tahtan indirilmesinden sonra tahta çıkartılan II.Abdülhamit, 23 Aralık 1876 tarihinde ilk Osmanlı Anayasasını (Kanûn-u Esasisi) ilân etti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, anayasalı bir monarşi oldu. Artık devlet anayasal esaslara göre yönetilecekti. Kanun-u Esasi ile herkes eğitim öğretim işini özgürce ve parasız yapabilecekti. Osmanlı içinde çeşitli inanışlara ve eğitim öğretim faaliyetlerine dokunulmayacak ve son olarak da Osmanlı bireylerinin tümü için öğrenimin ilk kademesi olan ilköğretim zorunlu olacak, ayrıntıları ayrı bir düzenleme ile belirlenecektir şeklinde üç temel eğitim maddesi vurgulanmıştır.

İlköğretim: İlköğretimin zorunluluğu hususunda XIX. yüzyıl ortalarından beri bazı çalışmalar ve girişimler vardı, ancak ilköğretim paralı olmakta devam ediyordu. II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla da devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı. i Türk topraklarında yankılanan hattâ esas gelişimini, mücâdelesini orada sürdüren ilköğretimdeki bu usul-ü cedîd, o zaman bize göre yeni, ama Avrupa’nın çoktan terk ettiği bir eski metot idi. Bu hareketin ana esasları şunlar idi: ·
·         İlkokul medreseden ayrılacaktı.
·         İlkokulların kendine özgü öğretmenleri olacak, mahalle imamı ve karısının öğretiminden kurtarılacaktır.
·         Öğretmen sadece “hediye” değil “aylık” (maaş) alacaktı. · Okuma-yazma öğretiminde "heceleme" usulü terk edilecek ve "usul-ü saftiye" veya "meddiye" denilen yeni usul okuma getirilecekti. Bu usul, her harfi ayrı ayrı değerlendirerek harf üzerinden okuma öğretmek demekti.
·         Eskiden yalnız okuma öğretimine önem veriliyor, yazma hünerine pek önem verilmiyordu. Özellikle kızlara okuma yazma öğretilmiyordu. Yeni usul, yazıya ve kızlara da yazı öğretilmesine önem verilmesini istiyordu. Ayrıca kız çocukları için ayrı ilkokullar açılması isteniyordu.
·         Öğretim bu programa göre yapılacak ve her yaşa göre ders kitapları yazılacaktı. Bu konu da, eski ve yeni usul taraftarları arasında çok sert tartışmalara neden oldu

II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla da devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı.


Ortaöğretim

Rüşdiye:  Türk eğitim tarihinde önce ortaöğretim kademesinde ortaya çıkmış, lise ve ortaokul fonksiyonlarını gördükten sonra, öğretim seviyesi düşerek ilköğretim kademesine geçmiştir. Bir süre de “yüksek ilkokul" denilebilecek bir düzeyde kaldıktan sonra, 1913 yılında ilkokulların içinde erimiştir. Ülkede çok uzun zamandan beri açılmış bulunan askerî okullar, kendisine iki şekilde öğrenci hazırladığından başarılı bir çalışma yapamıyorlardı. 1838 yılında Mühendishane, Harbiye, Tıbbiye gibi askerî okullara öğrenci hazırlamak için sıbyan okullarının üstünde bir ara öğretim kademesi kurulmak istenmiştir. Çocuklar "rüşt çağı" olan 14-15 yaşına kadar bu okullarında kalacaklar, ondan sonra yüksek askerî okullara ve memuriyetlere girebileceklerdi. Gene tasarıya göre bu okullarındaki öğrenciler sıralara oturacaklar, evkafdan aylık alacaklardı. Hattâ bunun için 1838’de “Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti" adlı bir de idarî birim kurulamamıştır.

Kız rüşdiyeleri ilk defa 1859 yılında açılmış, 1869 yılında ülke çapında açılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca 1870 yılında da kız rüştiyelerine öğretmen yetiştirmek amacıyla ilk kız öğretmen okulu olan "Dârülmualimat" açılmıştır. Rüştiye okulları II. Abdülhamit döneminde yalnız yerel hükümet dairelerine kâtip yetiştirmek amacına yönelmiş; ders programlarının esasını da yazı öğretimi teşkil etmişti. II. Meşrutiyet dönemi ise, rüşdiyelerin yıkılış dönemi olmuştur.

İdadiler: “İdadi” adlı ilk okullar, yüksek askerî okullara öğrenci hazırlayan önsınıflar olarak, ilk defa 1845 yılında ordu merkezleriyle Bosna'da açıldı. “İdadi” adı gerçek hüviyetini 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde buldu. Bu Yönetmeliğe göre, müslüman olan ve olmayan Osmanlı vatandaşlarını birbirlerine kaynaştırmak ve ortak bir kültür içinde yetiştirmek düşüncesiyle Sancak merkezlerinde rüşdiye çıkışlı öğrencileri Sultanilere hazırlamak için üç yıllık idadiler kurulacaktı. 1881 yılından itibaren il merkezlerinden yedi yıllık, ilçe merkezlerinde de beş yıllık idadiler açılmaya başlanılmıştır. Böylece 19. yüzyıl sonlarında ülke, ortaöğretim bakımından oldukça sıkı örgülü bir örgün yapıya sahip olmuştur
 Beş yıllık idadilerin amacı, üniversite ve yüksek okullara öğrenci hazırlamak değildi. Bunlar, bulundukları yörenin işlerini idare edecek, imarını sağlayacak adamlar yetiştirmeye yönelmişlerdi. Rüşdiyelerin ortadan kaldırılması ile beş yıllık idadiler ortaöğretimin ilk basamağını oluşturdular ve Cumhuriyet döneminde "Ortaokul"a dönüştüler. Yüksek okullara öğrenci hazırlayan ortaöğretim kurumları olarak tüm ülkeye yayılmış olan yedi yıllık idadiler de 1910-1913 arasında önce “sultani”ye, daha sonda da “lise”ye çevrilerek tarihe karıştılar


Sultaniler: XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı Devletinin ilk öğretim ile yüksek öğretim arasında bir eğitim kademesi kurma çalışmaları ile doludur. Eğitim Bakanlığı ile bir yandan ilk ve yüksek öğretim kademeleri arasında bir köprü kurmaya çalışırken; müslüman ve Hıristiyan bütün Osmanlı yurttaşlarına ortaöğretim düzeyinde ortak bir kültür ve eğitim vermek istiyordu. Bu amaçla öğretim dili Fransızca olan bir ortaöğretim kurumu 1868 yılında açıldı ve "Sultani” diye adlandırıldı. Açılan bu sultani okulu, ilk ve ortaöğretim kademelerini içeriyordu. Galatasaray Sultanisin bir ortaöğrenim kurumu olmasına rağmen hem dil hem de program ve öğretim sistemi bakımından diğer ortaöğretim kurumlarından ayrı ve üstün idi. Galatasaray lisesinin açılışından bir yıl sonra yayınlanan “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi”nde de vilayet merkezlerinde "Mekteb-i sultani” adlı altı yıllık eğitim kurumlarının açılması öngörülüyordu. Ancak Girit'in dışında II. Meşrutiyet dönemine kadar hiçbir sultani açılmadı.

Öğretmen Okulları: Türkiye’de öğretmen yetiştirme sorununun okullar aracılığıyla çözümlenmeye çalışılması 19. Yüzyıl ortalarında olmuştur. Batı örneğine göre kurulan ve kurulması planlanan okullar, öğretmen yetiştirmenin öyle bir çerçeve içinde ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Türkiye’deki ilk öğretmen okulu kuruluşu, 16 Mart 1848'de kurulan "Dârülmualimin-i Rüşdi"dir. O zaman yeni yeni kurulmaya başlayan "Rüşdiye" adlı orta okullara öğretmen yetiştirmek amacını güdüyordu. 1870 yılında açılan Dârülmuallimat, üç yıl öğretim süreli hem sıbyan okullarına, hem de kız rüşdiyelerine öğretmen yetiştiren bir kurum olarak devam etti. Ülkemizde Batı zihniyetine göre ilköğretim sorunu ortaöğretimden sonra ele alındığı için, bu alandaki öğretmen okulu da -Dârülmuallimin-i Rüşdî’den yirmi yıl sonra -1868 yılında “Dârülmuallimin-i Sıbyan” adı ile kurulmuştu.

Yüksek Öğretmen Okullarının amacı ise  lise ve dengi okullara öğretmen yetiştirmektir. Bunun için de üniversite düzeyinde bir eğitim vermiştir. Ülkemizde yüksek öğretmen okulu sayılabilecek ilk tasarı, 1869 Yönetmeliğinin Büyük Dârülmuallimin tasarısı idi. Bu okul 1877'de açıldı. 1880'de kapandı. Esas "Dârülmuallimin-i Aliye” ise 1891'de kuruldu. Öğretim süresi 2 yıl olan bu okulda rüşdiye üstündeki okulların öğretmenini yetiştiriyordu. II. Meşrutiyetten sonra bazı derslerini üniversite ile beraber yapan bu Okul, daha sonra lağvedilerek Sâtı Bey yönetimindeki İstanbul Dârülmuallimini’ne bir kısm-ı âli eklendi ve daha sonra da "Dârülmuallimini Aliye” adını aldı. Öğretimi kâh Üniversite ile beraber kâh ondan bağımsız olarak Cumhuriyet dönemine kadar sürdü.

Mesleki Eğitim:     Osmanlı Devletinde mesleki eğitimin en yaygın şekilde verildiği yer önceleri ahilik teşkilatıyken sonradan  lonca  teşkilatlarıydı. Bu dönemde ahilik teşkilatının yerini loncalar almıştır.  Esnaf teşkilatı olan loncalar aynı zamanda birer eğitim yeri olup, çeşitli dönemlerde birer sanat okulu olarak görev yaptılar.
 Ahi teşkilatı mensuplarına mesleki, dini ve ahlaki eğitim vermekteydi.  Esnaf olmak isteyenler küçük yaşta çırak (şakird) olarak işe başlardı. Gerekli eğitimi alançıraklar sınavla kalfalığa, en az üç yıllık kalfalıktan sonra yine sınavla ustalığa hak kazanırlardı.  Ancak usta unvanı alanlar yeni bir iş açabilirlerdi.

 Enderun denilen saray mektebinde yüksek düzeyde devlet memuru yetiştirilirdi. Okula devşirme usulü ile toplanan Hıristiyan çocukları ve Müslüman ailelerin çocukları alınırdı. Bu saray okulu ilk olarak II. Murat zamanında Edirne Sarayında açıldı. Bu okul İstanbul’un fethinden sonra Topkapı Sarayı’nda faaliyetlerine devam etti. 1833’te yeni düzenlemeler yapılan okul 1909’da kapatılmıştır.


Yaygın Eğitim:        Osmanlı Devletinde halk eğitiminin yapıldığı yerler; cami, mescit, cem evleri, yaren sohbetleri, sıra geceleri, sahaf,  tekke ve zaviyeler, ulema evleri, kahvehaneler, Türk Ocaklarıdır.
 Osmanlı toplumu ulaşım ve haberleşme imkânlarının sınırlı olması nedeniyle Tanzimat Dönemine kadar dışa kapalıydı.  Toplumu oluşturan kişilerin çoğu doğdukları ve yaşadıkları bölgeden dışa çıkmadığından bigi ve becerilerini de çevrelerinden edinirlerdi.


Sonuç olarak: Osmanlı devletin yıkılmasından sonraki dönemlerde gerek Tanzimat öncesi, Tanzimat, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve gerekse Cumhuriyet döneminde sadece siyasi, askeri ve iktisadi alanda başlayıp kalmamış, ülkenin her alanında (kültür, eğitim) etkisini kısa sürede göstermiştir. Böylece, yeniliklerin sadece askeri ,siyasi ve iktisadi alanda kalacağı ilkesi zamanla kaybolmuştur. Sonuç olarak da bu yeniliklerin müfredat programlarında kendisini göstermesi kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenle günümüzde eğitim sistemimizde ve müfredat programlarımızda hakim olan güç kendi milli modelimiz olmak yerine, mevcut siyasi iradenin tesiri altındadır. Cumhuriyet tarihinde de Milli Eğitim Bakanlarının eğitim öğretim alanında ihtisas sahibi bir bakanın olmayışı da doğrudan müfredat programlarını etkilemektedir. Her kabinede Eğitim Bakanı olan kendi siyasi ideolojisini eğitim öğretim programlarına yansıtmış ve müfredat programlarını kendi görüşüne göre değiştirmiştir. Osmanlı devletinin yıkılmasıyla başlayan bu hastalık, hala gücünü devam ettirmektedir. Eğitim ihtisası olan bakanlar zamanındaki eğitim öğretim kalitesinin yükselmesini diğer alanlarda ihtisas yapmış bakanların eğitim bakanlığı dönemini mukayese etmek fikrimizi destekleyecek kanaatindeyiz. Bu sebeple her dönemde eğitimin temel yapı taşları olan müfredat programları ve ders muhtevaları siyasi ve idari esaretten kurtulmalıdır. Eğitimin ve müfredat programlarının toplumun bireylerini,toplumun ihtiyaçlarını, tarihi konumunu, çağın gereklerini de etkilediği unutulmamalıdır.



 HAZIRLAYAN: MURAT UYSAL








KAYNAKLAR:


·         MEDRESEDEN MEKTEBE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞME Prof.Dr. Mustafa Ergün Afyon Kocatepe Üniversitesi

·         TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERS NOTLARI,Prof.Dr. Zeki Tekin, Karabük Üniversitesi
·         OSMANLILARDA MEDRESE EĞİTİMİ,Prof.Dr.Fahri UNAN,Hacettepe Üniversitesi
·         OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDE BATILILAŞMA. Doç.Dr.Süleyman Karataş,Akdeniz Üniversitesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Murat Uysal ━ Sosyal Bilgiler Eğitimi