OSMANLI DEVLETİ VE EĞİTİM
Türkler olağanüstü bir insan bulduklarında değerli
bir nesne edinmişçesine coşku duyarlar ve özellikle de savaşa yatkın biriyse
onu yetiştirmek için hiçbir emek ve çabadan kaçınmazlar. Türkler, iyi
yetiştirilmiş insandan büyük zevk alırlar. Klasik Dönemde Osmanlı
yönetimi, halkı bulunduğu mekânda yaşamaya yönlendirmişti. Kuruluş
Döneminde okuma yazma halk için zorunlu bir ihtiyaç değildi. İnsanlar
kendileri için gerekli bilgileri bulunduğu bölgede yaşayarak öğrenmek
durumundaydılar. Bu anlayışla kişiler, kendine yetecek kadar bilgi ve beceri
edinecek, okuma yazmayla temel dinî bilgileri öğrenecekti.
Her insanı kendisine
yetecek kadar bilgilendirmek Osmanlı eğitiminin ilk hedefiydi. Okuma yazmayı
geliştirmek, düzenli bilgi edinmek ve bunu kullanma hakkı ulemaya verilmişti.
Osmanlı eğitim anlayışının bir başka hedefi de topluma öncülük ve rehberlik
yapacak, yöneticilik vasıfları bulunan insanlar yetiştirmekti. Bu yüzden
devletin eğitim faaliyetleri 18. yüzyıla kadar genel olarak ilmiye, seyfiye
ve kalemiye için yetişmiş eleman kazandırmaya yönelikti. Osmanlı
Devletiʹnin eğitim anlayışı ideal insan tipini yetiştirmek temeline
dayanmaktadır. Hedeflenen insan itaatkâr, vatanını seven, dindar, sevecen ve
vefakâr olmalıdır. Osmanlıda eğitim faaliyetleri, düzenli eğitim kurumları ve
sosyal kurumlarda yapılmaktadır.
Osmanlı eğitimi uzun yıllar mektep-medrese ikili sistemi
üzerine kurulmuştu. Medreseler bugünkü anlamda- orta, yüksek ve hatta yüksek
lisans ve doktora kademelerini kapsayan bir eğitim veriyordu. Bu ikili sistemin
dışında hafız yetiştiren Darülhuffazlar, tıp eğitimi yapılan Darüşşifalar ve
Osmanlı saray görevlilerini ve dolayısıyla devlet adamlarını yetiştiren
Enderun mektebi da vardı. Bu sistem uzun yüzyıllar Osmanlı Devletinin genel
ihtiyaçlarını karşıladı.
Batıda 12. yüzyılda başlayan gelişmelerin baskısını Osmanlı
Devleti 18. yüzyıl içinde açık olarak hissetmeye başladı. Bu değişikliklere
kendi eğitim ve bilgi üretme sistemi ile karşılık vermesi mümkün değildi.
Kritik karar verme süreçlerinden sonra, Batı eğitim sistemini önce askeri
bilimler ve tıp alanında; devlet organizasyonunu Fransa örneğine göre kurmaya
başladıktan sonra da sivil eğitim alanında taklit etmeye başladı. Batı tipi
eğitim kurumlarını devlet kendi bütçesinden kurmaya başladı. Klasik mektep-medrese
sisteminde ise eğitim kurumları devletin müdahale etmekten çekindiği vakıf
sistemi içinde yönetiliyordu. Devlet eskiden de medrese sistemine müdahale
etmiyordu, Batı tipi eğitim kurumlarını kurmaya başladıktan sonra da bu klasik
eğitim kurumlarına bir yardım yapmadığı gibi, açık müdahalelerden de kaçındı.
Dolayısıyla iki sistem bir arada yaşamaya başladı.
Batı tipi eğitim kurumları sadece Osmanlı devlet
görevlilerinin kurduklarından ibaret değildi. Yabancı devletler ve Osmanlı
uyruğundaki Hıristiyan toplumlar da kendi çıkarları için Batı tipi eğitim
kurumları kuruyorlardı. Öyle ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Osmanlı ülkesinde mektep-medrese sistemi, Batı örneğine göre oluşturulan
Osmanlı eğitim sistemi, yabancı devletlerin ve azınlıkların okul sistemleri
olmak üzere, amaç olarak birbirlerinden oldukça farklı dört sistem hüküm
sürüyordu.
Fatih ve Kanuni’den başka, klasik sistemi destekleyecek
külliyeler kuran padişahlar çıkmamıştı. II. Abdülhamit başta olmak üzere, son
dönem Osmanlı padişahları tercihlerini hep Batı tipi eğitim kurumlarından yana
kullanmışlar, devlet yatırımlarını oraya yöneltmişlerdi.
Klasik
Osmanlı Eğitim Sistemi:
Sıbyan Mektepleri: Osmanlıların ilköğretim
seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi" veya "mahalle
mektebi" denilmektedir. Sıbyan okullarına “mekteb” veya “küttab”, yoksul
çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de
deniyordu. Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir. İhtimal
önceleri burada sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel islâmî bilgiler de
bu okullarda verilmeye başlanmıştır.
Önceleri bu öğretim için özel olarak yetiştirilmiş
öğretmenler olmadığı gibi, “okul” denebilecek binalar da yoktu. İmâm Mâlik de,
mescidleri kirletebilecekleri düşüncesi ile, onlara mescidlerde yer vermeyince
bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuşlardır. Bu
okulları vakıflar, zengin kişiler ve çoğu zaman da halk yaptırıyordu. Küttab
veya Mekteb öğretmenlerine “muallim” deniliyordu. Muallimler genellikle o
mahalle veya camiin imamı da olurlar; imamların eşleri de kız öğrencilere
öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler genellikle fazla itibar görmezlerdi. Küttab
öğretmenleri çeşitli zamanlarda ve Kur’ân'ın bitiminde, öğrencilerden ve ana
babalarından hediyeler alırlardı.
Çocukların küttaba başlama yaşı, 7 civarında idi. Bitirme
ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlama, özellikle
Osmanlılarda "amin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin
katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle
olurdu. Okul genelde tek bir dershane şeklinde olur ve burada farklı seviye ve
yaşlarda çocuklar bulunabilirdi. Dolayısıyla bu tür ortamlarda dayak olayları
da fazlaca oluyordu.
Öğretimin esası Kur’ân idi. Öğrenciden üç yılda Kur'ân'ın
ezberlemesi istenirdi. Ama bu, çoğu zaman ezber olmaz, Kur’ân'ın hatmi olurdu.
Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu,
Küttablarda, bu derslere ek olarak hikâyeler ve aritmetik de vardı. İbadet şekilleri
de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kur’ân'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime
bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl
daha çalışabilirdi.
Medreseler: Medrese, memleketin ihtiyaç duyduğu
kültürü veren ve elemanları yetiştiren bir eğitim ve öğretim kuruluşudur. Daha
önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı’da da şahıslar tarafından tesis
edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına müderris,
yardımcılarına mu’îd, talebelerine dânişmend, talebe ve sûhte denirdi.
Osmanlılar medreseyi Selçukluları ve Anadolu Beyliklerini örnek alarak kurdular.
Medrese sistemi, çok
eski zamanlardan beri var olan câmi okullarının bir devamıdır. Bir câmide belli
bir hücre derslere ayrılınca veya bir sütun dibinde öğretim halkası
oluşturunca, buraya “medrese” denirdi. Daha sonra medrese ve cami binaları da
birbirinin fonksiyonlarını görmeye başlamıştır. Bazı binalar her iki isimle de
anılıyordu. İslam tarihinde medrese, orta ve yüksek seviyelerdeki eğitim ve
öğretim yapan örgün müesseselerin müşterek adıdır.
Osmanlı
Devleti'nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini veren, eğitim ve öğretim
sisteminin temel kurumu medreselerdir. Türk-İslam çevrelerinde
çıkıp gelişmelerine karşın zaman içerisinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim
üzeri değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir. Medreselerde, nakli ve akli
bilimler öğretilmekteydi. Nakli bilimlerde İslam dinine ait ilişkin konular ele
alınmaktaydı. Tefsir, Fıkıh ve Kelam nakli bilimlerdendir. Akli bilimler ise bir yönüyle Allah'ın
varlığını kanıtlayan, diğer yönüyle ise Dünya'nın düzen ve varlığını akıl
yoluyla açıklayan bilimlerdi. İlk medrese 1331 yılında Orhan Bey döneminde
İznik'te açılmıştır. Atanılan ilk müderris ise Davud
el-Kayserî'dir. En yüksek seviyeli dönemlerine Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında ulaşmıştır.
Medreselerin
bozulmasında ise şunlar etkili olmuştur: Mülâzemet yani müderrisliğe
atanma yöntemibozuldu. Örneğin, bazı ulemâ çocuklarına pek küçükken müderris
unvanı verildi “beşik ulemâsı”. Öğretim ve yöntemleri bozuldu ve taşlaşmaya
başladı. Öğrencilerin ve müderrislerin
disiplini ve ciddiyeti bozuldu.
Osmanlı medreselerinde okunan ve okutulan dersler, uygulanan
ders programları, esas îtibâriyle XIX. yüzyılın sonlarına kadar mühim bir
değişikliğe uğramadı. Böylece statik, kalıpçı ve nakilci bir eğitim-öğretim
yapısı iyice yerleşmiş oldu. Fakat, bu yapı, zaman içerisinde eğitimde
donuklaşmayı ve hattâ umursamazlığı berâberinde getirecekti. 16. yüzyılın
ikinci yarısından îtibâren görülmeğe başlayan medreselerle ilgili muhtelif
ıslâhat fermanlarında, umûmiyetle medrese düzeninin bozulmuş olduğundan, okunması
gereken derslerin (kitapların) tam olarak okutulmadığından, ilmiye
mansıplarının iltimas ve suiistimallerle ele
geçirildiğinden, aklî ilimlerin bir kenara itilip
yerlerine naklî ilimlerin ikāme olunduğundan, fakat bunların da sathî bir
sûrette öğretildiğinden, bu sebeple medrese mezunlarının kifâyetsiz ve câhil
yetiştirildiklerinden, yüklendikleri sorumlulukları yerine getiremediklerinden,
bunun da devlet çarkını işlemez duruma soktuğundan bahsedilmesinin bir sebebi
de bu yapı olmalıdır.
İlk yüksek düzeyde medrese Fatih zamanında açılan
Sahn-ı Semanmedresesidir. Fatih’in açtığı Sahn-ı Seman ile Kanuni’nin
açtığı Süleymaniye Medreseleri dönemin çok yönlü eğitim veren
üniversiteleri konumundaydı.
Sahnı Seman medreseleri, kanuni’ye kadar tefsir, hadis, kelam,
fıkıh, Arap dili ve Edebiyatını okutan birer ilahiyat fakültesi veya İslam
akademisi seviyesindeydi.
Orta düzeydeki medrese öğrencilerine
“softa”, yükseköğretim düzeyindeki öğrencilere de “danişmend” denirdi.
Medreselerdeki müderrislerin yardımcılarına “muid” denirdi.
Osmanlı Medreseleri kuruluş döneminden Tanzimat’a kadar
ülkenin bilim ve adalet hayatına önemli ölçüde yönetime hâkim olmuştur.
Medreselerde önceleri matematik, felsefe (hikmet), astronomi gibi müspet
bilimler de okutulmaktayken zamanla bu müspet bilimler çıkarılmıştır.
Enderun Mektebi: Enderun Mektebi, esas olarak
Hıristiyan tebaadan alınan yetenekli çocukları iyi ve güvenilir devlet adamı ve
asker yapma amacını güdüyordu. İlk teşkilâtı II. Murat’a kadar çıkar,
fakat düzenlenme ve geliştirilmesi Fatih ile başlar. Çalışmasını 1909’a kadar
sürdüren Enderun Mektebi, Türk eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar ve
dünya eğitim tarihinde de Türklerin bir katkısı olarak belirtilir. Padişah,
devlet gücünü yalnızca kendisine mutlak şekilde bağlı, sadık, minnet
duygularıyla dolu, aynı zamanda çok iyi yetişmiş ve yetenekli kişilere
teslim edebilirdi. İşte Enderun bu amacı gerçekleştiren, yöneticilerin
bir kısmını yetiştiren bir okul idi. Yoksa bu mektep, Hıristiyan halkı
İslâmlaştırma amacı gütmüyordu. Öğrencilerin sağlandığı devşirme usulü aşağıda
görülecek bazı sınırlılıklarla dar tutulduğu için, bunun Hıristiyanların
İslâmlaşması ve Türkleşmesindeki etkisi pek az olmuştur. Enderun mektebi pek
çok sadrazam, vezir, ordu komutanı, vali, hatta şeyhülislâm
yetiştirmiştir.
Enderun Mektebinde eğitim üç şekilde yapılırdı:
Hizmet yoluyla:
Sarayda yedi oda içinde çeşitli hizmetler yoluyla yapılan eğitim öğretimdir. Bu
odalar şunlardır: Küçük, Büyük, Doğancılar, Seferli, Kiler, Hazine, Has oda.
Kuramsal alanda:
Enderun’da, yüksek medreseler düzeyinde kitabî bir eğitim öğretim de yapılırdı.
Ayrıca, medreselerde bulunmayan Türkçe, Farsça, Edebiyat, Tarih, Matematik de
okutulurdu.
Beden ve sanat eğitimi: İç oğlanlarına, yeteneklerine
göre ok ve cirit atma, ata binme, güreş gibi sporlar yaptırılır,
musikî, şiir, hat, minyatür, resim, cilt gibi sanatlar öğretilirdi.
Batı Tipli Askeri Eğitim Kurumları
Humbarahane: I. Mahmut döneminde Rusya ve
Avusturyalılarla Osmanlıların ilişkilerinin çok gergin olduğu bir dönemde,
Bosna'da olan Kont de Bonnuval çağrıldı. Kont de Bonnuval, İstanbul’da
humbaracı sınıfının komutanlığına getirildi. Kont de Bonnuval, din değiştirerek
"Ahmet Paşa” adını almıştı. Humbaracı Ahmet Paşa’nın çalışmaları biraz
ilerleyince, 1734 yılında Üsküdar Toptaşı’nda "Humbarahane ve Hendesehane”
adlı bir askerî okul açıldı. Haseki ve Bostancılardan zeki kişileri buraya
öğrenci yazıldılar, ancak yeniçeriler bunu haber alıp kuşkulandıklarından
1736’da okul tatil edildi. 1759’da Sadrazam Ragıp Paşa tarafından eski
öğrenciler ve onların çocuklarının yeniden toplanmasıyla tekrar açılan okul,
III. Selim zamanına kadar sönük bir biçimde devam etti. III. Selim 1790 yılında
İsveç ve Fransa’dan uzman ve subaylar getirerek bu Okulu genişletti. 1795’te
Okul lağvedilerek, öğrencileri Mühendishane’ye aktarıldı.
Tophane: Osmanlı Ordusunun ilk dönemlerinde topçuluk
gayet iyi durumdaydı. Bu dönemde top döküm tekniği, zamanına göre çok yüksek
bir düzeydeydi. Ancak Avrupa ordularındaki gelişmeler karşısında Osmanlı
topçuluğu, kale yıkma topçuluğu idi. Oysa Avrupa orduları sahra topçuluğu ve
küçük çaplı sür’at topçuluğunu geliştirmişti.
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun: Osmanlı donanmasının
XVIII. yüzyılda seri yenilgiler alması üzerine ve özellikle Çeşme’de Osmanlı
donanmasının Rus donanması tarafından yakılması üzerine, Cezayirli Hasan
Paşa'nın önerisi üzerine, Tersane-i Amire'de bir askerî okul açıldı. Okulun
açılmasında Baron de Tott'un tavsiyelerinin de önemli payı olmuştur. Deniz okulu
III. Selim ve II. Mahmut döneminde dalgalı ve karışık gelişimine devam etti.
1838 yılından itibaren okulda mecburî yabancı dil Fransızca yerine İngilizce
oldu. Okulda, İngilizler öğretmenlik yapamaya başladılar. Güverte, makine ve
inşaiye zabitleri yetiştiren Deniz Harp Okulu (Bahriye Mektebi) 1910 yılında
İngiliz Deniz Okulu sistemine göre yeni bir düzenlemeye sokuldu
Mühendishane-i Berri-i Hümayun: Okul, Fransız askerî
okullarının programını esas olarak kabul etti. Tüm askerî öğrencilere kara ve
denizle ilgili geometri, hesap ve coğrafya alanlarında gerekli savaş bilgi ve
eğitimi vermek isteniyordu. Mühendishane-i Berrî, genellikle topçu subayları
yetiştirirdi. Daha sonra Kara ordusunun kurmayları da bu okuldan çıkmıştı. 1834
yılında Harbiye Mektebi açıldıktan sonra, Mühendishane-i Berrî, topçu ve
istihkamat okulu haline geldi.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye: Türkiye’de Batı örneğine
göre bir Tıbbiye kurma girişimi 1826 yılanda hekimbaşı Mustafa Behçet
Efendi’nin girişimleri ile başladı. Yeni kurulan ordunun hasta ve yaralı
erlerine bakılmak için açılan Okulun orijinal adı, “Tıbhane-i Amire ve
Cerrahane-i Mamure" idi. İlk kuruluşunda tamamen Doğu gelenekleri egemen
olan Okulda, 1831’den itibaren Topkapı Sarayı içinde Sade de Calère’in
yönetiminden Fransızca öğretim yapılmaya başlandı. Daha sonra 1838 de
Viyana’dan Doktor Bernard getirildi, Galatasaray binasına taşınarak önemli
ıslahat yapıldı. 1845’ten itibaren Tıbbiye’ye bir de lise sınıfları açıldı
Tıbbiye Mektebi de 1909 yılında sivil tıbbiye ile birleştirildi.
Üniversite’nin Tıp Fakültesi içinde askerî öğrenci olarak okumaya başladılar.
Mekteb-i Harbiye: 1834 yılında Maçka Kışlasında bir
“Mekteb-i Harbiye” kuruldu. Okula ilk alınan öğrenciler okuma-yazma bilmez ama
yetenekli erler idi. Bunlar çeşitli aşamalardan geçirilerek subay
yetiştirilirdi. Esasen, o zaman var olan diğer askerî okullar da aynı yolu
izliyorlardı. Harbiye’deki ilk önemli ıslahat 1837’de Mehmet Ali Paşa’nın
yanından gelen bir subay tarafından yapıldı. Bu ıslahatla, kuruluş biraz okul
biçimine girdi. 1834’te ilkokul düzeyinde bir eğitim ile işe başlayan Okul, 14
yıl sonra ilk subaylarını çıkardı. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkânı
Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı
. Harbiye’deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O
zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul, Alman subayı
Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur.
KLASİK OSMANLI EĞİTİM ANLAYIŞININ BATILILAŞMASI
Osmanlı Devleti, Ortaçağın sonu ile Yeniçağın başlarında
yönetimi, ordusu ve sosyal kurumlarının üstünlüğü ile Avrupa’nın ortalarına
kadar girmişti. Ancak bu ilerleme 18. yüzyılda Rönesans, Reform ve coğrafi
keşif hareketleriyle bir duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemden sonra
Osmanlılarda hemen hemen her alanda gerileme başlamıştır. Gerilemeler askeri,
ekonomik, siyasi, toplumsal ve eğitimsel alanda belirgin olarak ortaya
çıkmıştır. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Avrupa devletlerinin üstünlüğünü
yalnız askeri sahada gören ve mesafeyi kapatmak için askeri müesseseleri Batı
bilim eğitim tekniklerine göre ıslah etmeyi yeterli bulan Osmanlı devlet
adamları; II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde, Batının her alanda üstünlüğünü
kabul ederek devletin bütün müesseselerinde ıslahat yapmak ihtiyacını
hissetmişlerdir. Ama ıslahat ve yeniliklerin önce hangi alanda yapılacağı
hakkında hiçbir plan ve program düşüncesine sahip olmamışlardır.
Osmanlı Devletinde,
Batılılaşma ve yenilik hareketleri genel anlamda en fazla askeri, siyasi, idarî
ve biraz da sosyal alanlarda, yani padişah ve sadrazamın doğrudan etkisi
bulunan kurumlarda başlamış ve devam etmiştir. Çünkü, müesseselerde yapılan
yenilikler gerek muhafazakarların gerekse yenilikçilerin dikkatini çekmemiştir.
Abdülaziz’in tahtan indirilmesinden sonra tahta çıkartılan II.Abdülhamit, 23
Aralık 1876 tarihinde ilk Osmanlı Anayasasını (Kanûn-u Esasisi) ilân etti.
Böylece Osmanlı İmparatorluğu, anayasalı bir monarşi oldu. Artık devlet
anayasal esaslara göre yönetilecekti. Kanun-u Esasi ile herkes eğitim öğretim
işini özgürce ve parasız yapabilecekti. Osmanlı içinde çeşitli inanışlara ve
eğitim öğretim faaliyetlerine dokunulmayacak ve son olarak da Osmanlı
bireylerinin tümü için öğrenimin ilk kademesi olan ilköğretim zorunlu olacak,
ayrıntıları ayrı bir düzenleme ile belirlenecektir şeklinde üç temel eğitim
maddesi vurgulanmıştır.
İlköğretim: İlköğretimin zorunluluğu hususunda XIX.
yüzyıl ortalarından beri bazı çalışmalar ve girişimler vardı, ancak ilköğretim
paralı olmakta devam ediyordu. II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar
dolayısıyla da devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî
yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine
katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı.
Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim
müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe
kabul edilmeye başlanıldı. i Türk topraklarında yankılanan hattâ esas gelişimini,
mücâdelesini orada sürdüren ilköğretimdeki bu usul-ü cedîd, o zaman bize göre
yeni, ama Avrupa’nın çoktan terk ettiği bir eski metot idi. Bu hareketin ana
esasları şunlar idi: ·
·
İlkokul medreseden ayrılacaktı.
·
İlkokulların kendine özgü öğretmenleri olacak,
mahalle imamı ve karısının öğretiminden kurtarılacaktır.
·
Öğretmen sadece “hediye” değil “aylık” (maaş)
alacaktı. · Okuma-yazma öğretiminde "heceleme" usulü terk edilecek ve
"usul-ü saftiye" veya "meddiye" denilen yeni usul okuma
getirilecekti. Bu usul, her harfi ayrı ayrı değerlendirerek harf üzerinden
okuma öğretmek demekti.
·
Eskiden yalnız okuma öğretimine önem veriliyor,
yazma hünerine pek önem verilmiyordu. Özellikle kızlara okuma yazma
öğretilmiyordu. Yeni usul, yazıya ve kızlara da yazı öğretilmesine önem
verilmesini istiyordu. Ayrıca kız çocukları için ayrı ilkokullar açılması
isteniyordu.
·
Öğretim bu programa göre yapılacak ve her yaşa
göre ders kitapları yazılacaktı. Bu konu da, eski ve yeni usul taraftarları
arasında çok sert tartışmalara neden oldu
II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla da
devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî yardımlar, öğretmen
meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde
Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim
yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi.
İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye
başlanıldı.
Ortaöğretim
Rüşdiye: Türk
eğitim tarihinde önce ortaöğretim kademesinde ortaya çıkmış, lise ve ortaokul
fonksiyonlarını gördükten sonra, öğretim seviyesi düşerek ilköğretim kademesine
geçmiştir. Bir süre de “yüksek ilkokul" denilebilecek bir düzeyde
kaldıktan sonra, 1913 yılında ilkokulların içinde erimiştir. Ülkede çok uzun
zamandan beri açılmış bulunan askerî okullar, kendisine iki şekilde öğrenci
hazırladığından başarılı bir çalışma yapamıyorlardı. 1838 yılında Mühendishane,
Harbiye, Tıbbiye gibi askerî okullara öğrenci hazırlamak için sıbyan okullarının
üstünde bir ara öğretim kademesi kurulmak istenmiştir. Çocuklar "rüşt
çağı" olan 14-15 yaşına kadar bu okullarında kalacaklar, ondan sonra
yüksek askerî okullara ve memuriyetlere girebileceklerdi. Gene tasarıya göre bu
okullarındaki öğrenciler sıralara oturacaklar, evkafdan aylık alacaklardı.
Hattâ bunun için 1838’de “Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti" adlı bir de idarî
birim kurulamamıştır.
Kız rüşdiyeleri ilk defa 1859 yılında açılmış, 1869 yılında
ülke çapında açılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca 1870 yılında da kız
rüştiyelerine öğretmen yetiştirmek amacıyla ilk kız öğretmen okulu olan "Dârülmualimat"
açılmıştır. Rüştiye okulları II. Abdülhamit döneminde yalnız yerel hükümet
dairelerine kâtip yetiştirmek amacına yönelmiş; ders programlarının esasını da
yazı öğretimi teşkil etmişti. II. Meşrutiyet dönemi ise, rüşdiyelerin yıkılış
dönemi olmuştur.
İdadiler: “İdadi” adlı ilk okullar, yüksek askerî
okullara öğrenci hazırlayan önsınıflar olarak, ilk defa 1845 yılında ordu
merkezleriyle Bosna'da açıldı. “İdadi” adı gerçek hüviyetini 1869 Maarif-i
Umumiye Nizamnamesi’nde buldu. Bu Yönetmeliğe göre, müslüman olan ve olmayan
Osmanlı vatandaşlarını birbirlerine kaynaştırmak ve ortak bir kültür içinde
yetiştirmek düşüncesiyle Sancak merkezlerinde rüşdiye çıkışlı öğrencileri
Sultanilere hazırlamak için üç yıllık idadiler kurulacaktı. 1881 yılından
itibaren il merkezlerinden yedi yıllık, ilçe merkezlerinde de beş yıllık
idadiler açılmaya başlanılmıştır. Böylece 19. yüzyıl sonlarında ülke,
ortaöğretim bakımından oldukça sıkı örgülü bir örgün yapıya sahip olmuştur
Beş yıllık idadilerin
amacı, üniversite ve yüksek okullara öğrenci hazırlamak değildi. Bunlar,
bulundukları yörenin işlerini idare edecek, imarını sağlayacak adamlar
yetiştirmeye yönelmişlerdi. Rüşdiyelerin ortadan kaldırılması ile beş yıllık
idadiler ortaöğretimin ilk basamağını oluşturdular ve Cumhuriyet döneminde
"Ortaokul"a dönüştüler. Yüksek okullara öğrenci hazırlayan
ortaöğretim kurumları olarak tüm ülkeye yayılmış olan yedi yıllık idadiler de
1910-1913 arasında önce “sultani”ye, daha sonda da “lise”ye çevrilerek tarihe
karıştılar
Sultaniler: XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı
Devletinin ilk öğretim ile yüksek öğretim arasında bir eğitim kademesi kurma
çalışmaları ile doludur. Eğitim Bakanlığı ile bir yandan ilk ve yüksek öğretim
kademeleri arasında bir köprü kurmaya çalışırken; müslüman ve Hıristiyan bütün
Osmanlı yurttaşlarına ortaöğretim düzeyinde ortak bir kültür ve eğitim vermek
istiyordu. Bu amaçla öğretim dili Fransızca olan bir ortaöğretim kurumu 1868
yılında açıldı ve "Sultani” diye adlandırıldı. Açılan bu sultani okulu,
ilk ve ortaöğretim kademelerini içeriyordu. Galatasaray Sultanisin bir
ortaöğrenim kurumu olmasına rağmen hem dil hem de program ve öğretim sistemi
bakımından diğer ortaöğretim kurumlarından ayrı ve üstün idi. Galatasaray
lisesinin açılışından bir yıl sonra yayınlanan “Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi”nde de vilayet merkezlerinde "Mekteb-i sultani” adlı altı
yıllık eğitim kurumlarının açılması öngörülüyordu. Ancak Girit'in dışında II.
Meşrutiyet dönemine kadar hiçbir sultani açılmadı.
Öğretmen Okulları: Türkiye’de öğretmen yetiştirme
sorununun okullar aracılığıyla çözümlenmeye çalışılması 19. Yüzyıl ortalarında
olmuştur. Batı örneğine göre kurulan ve kurulması planlanan okullar, öğretmen
yetiştirmenin öyle bir çerçeve içinde ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Türkiye’deki
ilk öğretmen okulu kuruluşu, 16 Mart 1848'de kurulan "Dârülmualimin-i
Rüşdi"dir. O zaman yeni yeni kurulmaya başlayan "Rüşdiye" adlı
orta okullara öğretmen yetiştirmek amacını güdüyordu. 1870 yılında açılan
Dârülmuallimat, üç yıl öğretim süreli hem sıbyan okullarına, hem de kız
rüşdiyelerine öğretmen yetiştiren bir kurum olarak devam etti. Ülkemizde Batı
zihniyetine göre ilköğretim sorunu ortaöğretimden sonra ele alındığı için, bu
alandaki öğretmen okulu da -Dârülmuallimin-i Rüşdî’den yirmi yıl sonra -1868
yılında “Dârülmuallimin-i Sıbyan” adı ile kurulmuştu.
Yüksek Öğretmen Okullarının amacı ise lise ve dengi okullara öğretmen
yetiştirmektir. Bunun için de üniversite düzeyinde bir eğitim vermiştir.
Ülkemizde yüksek öğretmen okulu sayılabilecek ilk tasarı, 1869 Yönetmeliğinin
Büyük Dârülmuallimin tasarısı idi. Bu okul 1877'de açıldı. 1880'de kapandı.
Esas "Dârülmuallimin-i Aliye” ise 1891'de kuruldu. Öğretim süresi 2 yıl
olan bu okulda rüşdiye üstündeki okulların öğretmenini yetiştiriyordu. II.
Meşrutiyetten sonra bazı derslerini üniversite ile beraber yapan bu Okul, daha
sonra lağvedilerek Sâtı Bey yönetimindeki İstanbul Dârülmuallimini’ne bir
kısm-ı âli eklendi ve daha sonra da "Dârülmuallimini Aliye” adını aldı.
Öğretimi kâh Üniversite ile beraber kâh ondan bağımsız olarak Cumhuriyet
dönemine kadar sürdü.
Mesleki Eğitim: Osmanlı
Devletinde mesleki eğitimin en yaygın şekilde verildiği yer önceleri ahilik
teşkilatıyken sonradan lonca teşkilatlarıydı. Bu dönemde
ahilik teşkilatının yerini loncalar almıştır. Esnaf teşkilatı olan
loncalar aynı zamanda birer eğitim yeri olup, çeşitli dönemlerde birer sanat
okulu olarak görev yaptılar.
Ahi teşkilatı mensuplarına mesleki, dini ve ahlaki
eğitim vermekteydi. Esnaf olmak isteyenler küçük yaşta
çırak (şakird) olarak işe başlardı. Gerekli eğitimi alançıraklar sınavla kalfalığa,
en az üç yıllık kalfalıktan sonra yine sınavla ustalığa hak kazanırlardı.
Ancak usta unvanı alanlar yeni bir iş açabilirlerdi.
Enderun denilen saray mektebinde yüksek düzeyde devlet
memuru yetiştirilirdi. Okula devşirme usulü ile toplanan Hıristiyan çocukları
ve Müslüman ailelerin çocukları alınırdı. Bu saray okulu ilk olarak II. Murat
zamanında Edirne Sarayında açıldı. Bu okul İstanbul’un fethinden sonra Topkapı
Sarayı’nda faaliyetlerine devam etti. 1833’te yeni düzenlemeler yapılan okul
1909’da kapatılmıştır.
Yaygın Eğitim:
Osmanlı Devletinde halk eğitiminin
yapıldığı yerler; cami, mescit, cem evleri, yaren sohbetleri, sıra
geceleri, sahaf, tekke ve zaviyeler, ulema evleri, kahvehaneler, Türk
Ocaklarıdır.
Osmanlı toplumu ulaşım ve haberleşme imkânlarının
sınırlı olması nedeniyle Tanzimat Dönemine kadar dışa kapalıydı. Toplumu
oluşturan kişilerin çoğu doğdukları ve yaşadıkları bölgeden dışa çıkmadığından
bigi ve becerilerini de çevrelerinden edinirlerdi.
Sonuç olarak: Osmanlı devletin yıkılmasından sonraki
dönemlerde gerek Tanzimat öncesi, Tanzimat, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve
gerekse Cumhuriyet döneminde sadece siyasi, askeri ve iktisadi alanda başlayıp
kalmamış, ülkenin her alanında (kültür, eğitim) etkisini kısa sürede
göstermiştir. Böylece, yeniliklerin sadece askeri ,siyasi ve iktisadi alanda
kalacağı ilkesi zamanla kaybolmuştur. Sonuç olarak da bu yeniliklerin müfredat
programlarında kendisini göstermesi kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenle günümüzde
eğitim sistemimizde ve müfredat programlarımızda hakim olan güç kendi milli
modelimiz olmak yerine, mevcut siyasi iradenin tesiri altındadır. Cumhuriyet
tarihinde de Milli Eğitim Bakanlarının eğitim öğretim alanında ihtisas sahibi
bir bakanın olmayışı da doğrudan müfredat programlarını etkilemektedir. Her
kabinede Eğitim Bakanı olan kendi siyasi ideolojisini eğitim öğretim
programlarına yansıtmış ve müfredat programlarını kendi görüşüne göre
değiştirmiştir. Osmanlı devletinin yıkılmasıyla başlayan bu hastalık, hala
gücünü devam ettirmektedir. Eğitim ihtisası olan bakanlar zamanındaki eğitim
öğretim kalitesinin yükselmesini diğer alanlarda ihtisas yapmış bakanların
eğitim bakanlığı dönemini mukayese etmek fikrimizi destekleyecek kanaatindeyiz.
Bu sebeple her dönemde eğitimin temel yapı taşları olan müfredat programları ve
ders muhtevaları siyasi ve idari esaretten kurtulmalıdır. Eğitimin ve müfredat
programlarının toplumun bireylerini,toplumun ihtiyaçlarını, tarihi konumunu,
çağın gereklerini de etkilediği unutulmamalıdır.
KAYNAKLAR:
·
MEDRESEDEN MEKTEBE OSMANLI EĞİTİM
SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞME Prof.Dr. Mustafa Ergün Afyon Kocatepe Üniversitesi
·
TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERS NOTLARI,Prof.Dr.
Zeki Tekin, Karabük Üniversitesi
·
OSMANLILARDA
MEDRESE EĞİTİMİ,Prof.Dr.Fahri
UNAN,Hacettepe Üniversitesi
·
OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDE BATILILAŞMA.
Doç.Dr.Süleyman Karataş,Akdeniz Üniversitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder